1 Haziran 2012 Cuma

SAÇI KISA OLANA REKLAM YOK!


Sevgili Marka Falcısı,

Biliyorsun, ben bir hazır giyim firmasında çalışıyorum. Yeni bir marka çıkarma için tüm çalışmaları tamamladım. Artık, reklam çalışmalarına başlayabilirim. Ancak bir sorunum var. Bana yardım eder misiniz?

- Tüm çalışmaları tamamladığına göre reklam konusunda da ne yapacağını biliyorsundur. Benden neden yardım istiyorsun?
- Haklısın, reklam konusunda da ne istediğimi çok net biliyorum. Ama istediğim şeyi yaparsam, reklam tutmaz diye çok korkuyorum. Sana istediğimi anlatsam reklamın falına bakar mısınız?
- Anlat bakalım!
- Markam; ne istediğini bilen, kendine ait tarzı olan, kimsenin kurallarına uymayan, özgürlüğün ne işe yaradığını bilen, kendinden emin genç kadına hitap ediyor.
- Eee! Ne güzel tanımlamışsın markanı!
- Evet ama sorun şu ki; bu kadının saçları kısacık olmalı!
- Güzel fikir. Bence de yakışır.
- Yakışır diyorsun da şu reklamlara bir bakar mısın? Tek bir sakız reklamında kısa saçlı genç bir kız var. Kısa saçlı kadınlar ne yer, ne içer, ne gezer, ne de giyer… Sanki onlar tüketici değil, sanki onlar hedef kitlenin dışında... Ben şimdi bu durumda, reklamımda kısa saçlı bir kız oynatırsam, uzun saçlılar markamı dışlar mı?
- Çevir fincanı, hemen bakalım!
- Aaa! Fincanın içinde bir sürü uzun saçlı kadın var! Bu her renge mensup, uzun saçlı kadınlar, senin reklamını kıskançlıkla izliyor.
-“Ne kadar da cesur! Yıllardır isterim şu saçlarımı kesmeyi ama bir türlü cesaret edemedim. Madem, saçımla onun gibi olamıyorum, o zaman onun giydiği kıyafetle bunu yaparım” diyorlar.
- Ne diyorsun! Yani reklamı kısacık saçlı kadınla yapmam doğru olacak öyle mi?
- Aynen öyle! Zaten yarattığın marka, sürünün dışındaki kadına sesleniyor. Önce onları cezbedersin, ardından da kendisi gibi olan her kadına bakılan kıskanç bakışlara sahip diğerlerini…
Önemli olan saçın boyu değil, kadının kendisi gibi olması. Ona toplumda biçilen yaftaları bir kenara elinin tersiyle iten kadını, hedef kitlenin dışına iten markalara da ağzının payını vermiş olursun…

Şansın açık, saçın kısa olsunJ

20 Mayıs 2012 Pazar

NAH KAPİTAL!

Şekerim bugünlerde her şeyin sosyali makbul. Medyanın sosyali, reklamın sosyali, sorumluluğun sosyali, insanın sosyali…
Bizim zamanımızda ilkokulda sosyal bilgiler diye bir ders vardı. Ama o derste bize böyle bir sosyal bilgi vermemişlerdi. Tabii onların suçu yok. Nereden bilsinler sosyalin bu kadar moda olacağını? O dönemde sosyal diyince akla sosyalist söylemler gelirdi. O zamanların en tehlikeli kelimesiydi.
-Vay demek sosyalistsin ha! Devrim mi yapacan lan!
Ama artık Allah’a şükür herkes sosyal-ist… Devrim internet denen şeytan icadı ortamda oldu. Artık,  hepimiz tek rejimin sosyal-izm olduğunu biliyoruz. Kim derdi ki herkes bir gün sosyal-ist olacak…
Markalar da sosyalist oldu. Önce beni beğen, sonra senin duvarını reklam alanına çevireyim de sen gör! Demeye başladı markalar. İki paylaşım yapınca sosyal medyayı muhteşem kullandıklarını sanıyorlar. Bir gün onları beğenenler, sosyal-ist kimlikleri ile onları alaşağı edecek, haberleri yok.
Bu gidişle sosyal-izm tüm o sosyal markaların icabına bakıp yeni bir devrim yapacaklar: NAH KAPITAL…

11 Mayıs 2012 Cuma

RAHMETLİ DE SOLLARDI!



80’li yıllarda yaşadıysanız bilirsiniz, kamyon arkası yazılar trafikteki tek eğlencenizdi. Bazen şarkı sözü, bazen atasözü bazen de yaratıcı iki kelime… Bir süre sonra yazıların yanına resimler eklendi. Bu gelişmeyi fark eden firmalar, neden bunu reklam alanı olarak otobüslerde uygulamıyoruz diyip otobüsleri reklamlarıyla doldurmaya başladı. Firmalar bununla yetinmeyip, şirket araçlarını logolarıyla, reklamlarıyla giydirmeye başladılar.

Aradan yıllar geçti, teknoloji ilerledi. Mark Zuckerberg, kamyonu olmayıp da bir yerlere yazı yazmak isteyenler için yeni bir kamyon icat etti: Facebook

Artık herkesin kamyonu var, artık herkesin kamyon yazıları, resimleri var. Hatta reklam bile alıyorlar. Artık herkesin söyleyecek bir çift lafı var. Hatta aslında söyleyecek lafı olmayan bir toplum olduğumuz için kamyon şoförlerinin yaratıcılığından uzak cümleler yer alıyor Facebook kamyonunda…

Ey kamyoncu arkadaşlar, asıl olmanız gereken yerde, Facebook’ta olun artık. Sizin yaratıcılığınızla belki Facebook güzelleşir…  Yoksa çok yakında başka bir teknolojik kamyonun arkasında Facebook’u anlatan bir yazı olacak: RAHMETLİ DE SOLLARDI 

4 Mayıs 2012 Cuma

BİR MAYO MARKASI DENİZDE ÖLÜ BULUNDU!



Bir tatil günü yaşayayım dedim. Tatil günü ne yapılır bilmeyenler sınıfına aitim. Çünkü tatilde şöyle yayılıp gazete okuyayım dediğinizde, gazetede bültenden bozma haberleri görmek, hafta sonu ekinde magazin sayfalarında hangi marka güya gizli PR yapıyormuş gibi saçma şeyler görmek, ilan sayfalarında hepsi birbirinin aynı, yaratıcılıktan açık ara uzak sayfalara bakmak tatil keyfini kaçırıyor.
‘Hadi, biraz dışarıda dolaşayım.’ dediğinizde kurumsallıktan uzak tabelalara bakmak, outdoorların neye hizmet ettiğini anlama çabaları, birbirlerinin aynısı olan mağazaların vitrinlerine bakıp ‘Vah zavallı markalarım benim’ demekten yine keyfiniz kaçıyor.
Hiçbir ilan, mesaj, marka görmeyeceğim bir yerlere oturup da kahve içeyim dedim, demez olaydım. Markasız bir kafede, markasız bir kahve içmek için oturdum. Orta kahvemi istedim. Etraftaki insanların hareketlerine bakıp onlar fark etmeden fallarına bakma huyumu iyi bildiğim için diğer masalara sırtımı dönüp kahvemi bekledim.
Elinde kahve fincanıyla garson yerine bir markanın kurumsal iletişimini yapan bir kadın geldi:
  •           Aaa ne tesadüf, siz o meşhur marka falcısı değil misiniz? N’apıyorsunuz burada?
  •           Evimin yakınındaki kafede tatil keyfi yapıyorum.
  •           Alemsiniz valla! Marka falcıları tatil yapar mı?
  •           Yapmaz değil mi? Unutmuşum.
  •           Hazır sizi bulmuşken bir şey sorabilir miyim?

 Cevap beklemeden konuşmaya başladı
  •           Bizim markamızı biliyorsunuz. Satışlarında problem yaşıyoruz. İnternetten satışlarında bile iyi değiliz. Tüm o, ucuza al, kargoyu bekle siteleri bile satamadı. Oysa eskiden ne güzel bir mayo markasıydık. O parlak dönemlerinde birlikte çalışmıştık. Sonra biz markayız, biz yaparız diyerek vazgeçtik bir bilene sormaktan… Ama durumumuz kötü. Bir falına baksanız diyorum.
  •           Ooo! Ne yapmışsınız bu markaya! İçi kararmış, olduğu yerde kalmış. Olduğu yerde kalmış doğru değil aslında, yerinde saymış. Rakipler hem kalite, hem satış, hem de marka olarak gelip geçmişler. Marka yüzleriniz eski kalitesini kaybetmiş. Müşterileriniz gibi yaşlanmış. Yeni nesil sizi yaşlıların markası olarak görüyor. İnternetten tabi satış yapamazsınız. İnternetten alışveriş yapanların %60’ı 20 – 45 yaş arası… Sizi, insanlar 50 – 60’lı yaşların markası olarak biliyor. Kalite deseniz rakiplerinizden üstün değil. Satış sonrası hizmetleriniz berbat. Eee, ne bekliyorsunuz ki bu durumda?
  •           Düzelecek mi?
  •           Üzgünüm ama hiçbir şey yapmazsanız ölü markalar mezarlığında taşınız hazır. Sektör rahmet eylesin…

24 Nisan 2012 Salı

Yok Birbirimizden Farkımız, Çünkü Hepimiz Markayız!



Neyse halin çıksın falin dedim çevirdim fincanı. Aaa ne göreyim! 3 vakte kadar ev alacaksın!
  •           Hangi evden alacağım? Hani şu uzun logosu olandan mı yoksa şu ebesinin nikahındaki yeri İstanbul’un göbeği diye sunan mı yoksa çöplüğün yanını lüks semt diye satan mı???

Marka olmak için inşaat mı yapıyorlar yoksa yaptıkları beton parçalarını marka diye mi satıyorlar?

Her inşaat firması “ben markayım” diyerek, gazete sayfalarını, dizilerin reklam kuşaklarını, olur olmaz yerlerdeki billboardları doldurmaya devam ediyorlar.

Hepsi birbirinin aynı; döktükleri beton, kullandıkları demir aynı olunca vaatleri de aynı oluyor: “Size yepyeni bir yaşam sunuyoruz.”

Ev alma komşu al derler ya bu sektör aynen onu söylüyor. “Evi boş ver bak ben sana harika bir yaşam sözü veriyorum. Hem de ödemesi kolay…”
  •           Gel bir gez!
  •           Neyi gezeceğim? Maketi mi? Hadi maketi anladım, kaç oda kaç salon… Ama bana yeni bir yaşam sözü verdin. Onu nasıl anlayacağım?
  •           Salak mısın? Bak evinin 5 metre ilerisine bir de AVM koydum, yetmedi çocuk parkı, yetmedi spor salonu ama en güzeli bir de havuz…
  •           Gerçekten harika bir yaşam! Yalnız benim iş yerime uzak.
  •           Aaa ne kadar ayıp! İstanbul’da uzak diye bir yer yok. Paylaştığımız gökyüzü kavuşturuyor bizi.
  •       Ama yine de uzak diyosan yatırım yap: sen oturma, kiraya ver…
  •           Ama yaşam sözünü bana vermiştin!
  •           Olsun ya ne olacak! Bugün kiracın yaşasın, 40 yıl sonra da sen yaşarsın.
  •           Peki, öyle yapalım. Ne de olsa evin ismi var. Markalı bir evim olacak. Satması da kolay olur. (Tabii 3 vakte kadar o inşaat firmasının yaptığı evler çökmezse, satması da kolay olur.)

Neyse ne diyorduk! 3 vakte kadar ev alacaksın; 3 oda bir salon mu desem, yoksa yaparım dedim yaptım diyenden mi, yoksa bilmem kaçıncı boğazın kenarında mutlu aileler için yapılmışlardan mı desem sen karar ver! Ne de olsa hepsi aynı ev: “Yok birbirimizden farkımız, çünkü hepimiz markayız!”


18 Nisan 2012 Çarşamba

GÖRÜNEN MARKA FALCI İSTEMEZ

Görünen marka falcı istemez diyeceksiniz ama gerçekler hiç de öyle değil. Türkiye’de marka deyince insanların aklına gelenleri, şirketlerin markaları için neler düşündüklerini görünce, iş dünyasının falcılara ihtiyaç var diye düşünmemek elde değil. "Allah Kerim" diyerek markasını Allah’a havale edenlere belki bir falcı yardımcı olur.  
  • 3 vakte kadar güzel bir haber alacaksın.( TV'de ürün yerleştirme yap, bir de bülten gönder yeter!)
  • Birileri dedikodunu yapıyor. (Sosyal medyayı iyi kullanıyorum!)
  • Hamile haberi alacaksın. (Rakip küçük mü, büyük mü acaba?)
  • Bir kadından iyilik göreceksin. (Hülya Avşar’ı oynatırım olur biter:)
  • Yeni bir aşk yaşayacaksın. ( Tüketici masasıyla aranda !?!? )
  • Kısmet var evleneceksin. ( İyi haber! Şirket batıyor. Satıp kurtulacağım demek ki!)
  • 7 vakte kadar böyle devam edersen markan ölecek.( yenisini yaparım!!! )
İş dünyasının yıllardır içindeyim. İş yap(may)ış şekilleri değişti. İnsanların marka kavramı acayipleşti, hele de yönetici egoları IQ’dan daha önemli hale geldi. Ve farkettim ki; iş dünyası, danışmanlarından çok, “ne kadar güzel markanız var”, “süpersiniz”, “her şeyi siz yapıyorsunuz” diyenleri dinlemeye başladı.
Hadi bu konuyu bir kahve eşliğinde konuşalım”  “Bugün toplantı yapmayalım, şurada bir falcı var, ona gidelim” “kahve fincanını da  ters çevireyim sen toplantıyı ona bakarak yap”
Günlük arkadaş konuşmaları değil, marka için çalışması gereken insanların toplantı konuşmaları bunlar… Toplantı; toplantıdan başka her şeye benzeyen bir eğlence şeklini aldı.  Madem işler böyle yürüyor ben de işimi yapayım dedim ve marka falcısı olmaya karar verdim.

Markanızın falına bakacağım. “Fala inanma falsız da kalma” derler ya bizim buralarda; aynısı markalar içinde geçerli. “Markaya inanma, markasız kalma”
Neyse; bu konuyu kahve içerken konuşalım. Bir de şu fincanı ters çevirin falınıza bakayım; neyse markanız, çıksın haliniz!